|  |  | |  | |  Site artık aktif değildir. | |  | |  |
   | |  | | Genetik Çalışmalar | Dünyaya son zamanlarda olanlar ve genetik çalışmalar konusunda çok farklı bir yaklaşım;
http://www.haber7.com/haber/20080906/Seytan-amaca-ulasiyor-Kenyaya-kar-yagiyor.php
Sonuna kadar dikkatle okuyunuz.
Yazının bulunduğu asıl yerden kaybolması ihtimaline karşı tedbir olması için buraya da aynen kopyalıyorum;
Şeytan amaca ulaşıyor: Kenya’ya kar yağıyor
Demek ki çöllerin yeniden ormana dönüşeceği bir çağa giriyoruz.
Bu arada buzullar da çözülüyor.
Kanada’nın 4 bin yıllık buzulları tuz gibi eriyip sulara gömülüyor. Ama denizler yükselmiyor.
Haberi geçen muhabir, “Bu sadece Kanada’nın değil tüm dünyanın sorunudur” diye feryat ediyor.
Öte yandan göller kuruyor. Bundan 20 yıl önce ‘dünyanın en büyük gölü’ sıfatını taşıyan Çad gölünün yerinde nerede ise ziraat bile yapılamıyor! Göller kuruyor, pınarlar çekiliyor ve eski meralar, yüksek yaylalar platolar, çölleşiyor.
Düne kadar hayatı bizimle paylaşan, dünyayı yaşanabilir kılan yabani canlarımız, dostlarımız, arkadaşlarımız bir bir tükenip yok oluyorlar.
Çocukluğumuzda gördüğümüz, tanıdığımız böcekler, kuşlar, yabani hayvanlar teker teker sahneden çekiliyor.
Şu sıralarda da ‘en şifalı gıda’mızı üretmekle görevlendirilmiş sendikasız, sorunsuz işçilerimiz olan arıların başı dertte Tüm dünyada kitleler halinde ölüyorlar.
Sezen Aksu, Cano’sunun hasretine dayanamayıp, yıllardır oturduğu evini değiştiriyor. Biz onun kadar şanslı değiliz. Evimiz olan dünyayı değiştiremiyoruz.
Ama kartallarımız, atmacalarımız, deldelecelerimiz, tavuslar, turnalar, sülünlerimiz, aslanlarımız, kaplanlarımız, kurtlarımız, sırtlanlarımız bizi terk edip bir daha gelmemek üzere bu dünya sahnesinden çekiliyorlar.
Bilim şu anda kendince gidenlerin yerine yenisini koymak için çabalıyor.
Hayvanları klonluyorlar, meyveleri aşılıyorlar, yağmurlara döl atıyorlar, tohumların özü ile oynuyorlar ama olmuyor.
Soğuğa dayanıklı olsun diye köpek balığı geni ile takviye edilmiş domatesler üretiyorlar. Hastalıklara ve zararlı haşarata karşı dayanıklı olsun diye akrep geniyle takviye edilmiş biberler meydana getiriyorlar. Biberle takviye edilmiş mandalinalar, tüyleri yolunmuş şeftaliler, şekeri arttırılmış salatalıklar üretiliyor ama ‘tanrı eseri’ eskilerin yol bulup hayatımızdan çekilmesine mani olamıyoruz.
Bastığımız toprak altımızdan çekiliyor, soluduğumuz hava ciğerlerimize sadece hayat soluğu taşımıyor.
Sadece ot yemek üzere tasarlanmış besi hayvanlarımızın yemine, daha çok semirsinler diye kan, irin, leş ve pislik katıyorlar ama o et bize tad vermiyor ve bizi beslemiyor. Düne kadar beyaz et tavsiye eden doktorlar, o hayvanlara verilen yemlerden dolayı artık eskisi gibi tavsiyede bulunamıyor.
Genleri ile oynanmış gıdalar, cibilliyeti bozulmuş meyveler ve hayvanlar ve nereye varacağı bilinmeyen genetik çalışmalar, haddi aşmalar, tecavüzler, azmalar, bozmalar, savaşlar ve acılar.
* * *
Ama hiç kar yağmamış Kenya’ya kar yağıyor. 4 bin yıldır orada öylece duran Kanada’nın buzları eriyor. Ve her gün, binlerce yıldır bizimle birlikte yıldızları, gök kubbeyi, çayları dereleri ormanları paylaşan hayvanlar, böcekler, kuşlar ve daha bilemediğimiz kim bilir neler neler yok olup gidiyor.
Gözünü kan ve ihtiras bürümüş, vücudunu şeytani hazlar ve şehvet kuşatmış insanoğlu, etrafına bakmadan ‘vaad’ edilen sona doğru hızlanarak gidiyor...
Rabbini kaybetmiş insan, kendi yarattığı tanrıların telkini ile köpeklerle evlilik yapıyor. Kedi kurban ediyor, toplu intiharlara yürüyor.
Kafesteki maymunlar için ‘izdivaç’ törenleri düzenleniyor, klonlanmış köpek evlendiriliyor, köpekler için toplu çiftleşme törenleri düzenleniyor ama çakallar ölmeye, tilkiler yok olmaya, kaplanlar tükenmeye, arılar telef olmaya devam ediyor.
İnsanoğlu şehvet azgınlığı ile gözü dönmüş şeytan atına binmiş doludizgin gidiyor. Kimse sormuyor:
-Fe eyne tezhebun? (nereye bu gidiş böyle)?
* * *
Bu asır aç. Bu asır muhtaç!
O kadar aç ki doymuyor. Dinlisi dinsizi, Allahlısı Allahsızı, ahlaklısı ahlaksızı, varlıklısı varlıksızı aç; doymuyor, yetinmiyor, kanaat etmiyor.
Dünya, kocaman bir pislik kümesi olmuş, nefisler içinde semirdikçe ‘hel min mezid’ (daha çok!) diyor!
Bu asrın harareti başına vurmuş. Kalbi marazlanmış, yüreği kirlenmiş, gönlü bulanmış, sadrı daralmış, içi yanıyor. Susadıkça saldırdığı şey sadece hararetini arttırıyor.
Çünkü nankör.
Sormuyor bu nimet kimden, bilmiyor sahibi kim, demiyor ücreti ne?
O yüzden yalnız ve sahipsiz. O yüzden şu yangınlar içinde bile üşüyor. O nedenle boğazına kadar dolu bir mide ile bile aç.
Sevgiye muhtaç, bulamıyor. Güvene muhtaç, bilemiyor. İmana muhtaç, takmıyor. Rabbe muhtaç, anmıyor.
Başına alev alev kar yağıyor... Su diye asit ve çamur indiriyor gökyüzü. Buzlar eriyor ama ne bahar getiriyor ne hayat... Yağmurlar yağıyor ama göller dolmuyor. Dallar meyveye duruyor, otlar bitiyor ama beslemiyor bizi. Ve uçup gitti esik tatlarımız.
Kazancımız bereketsiz, nefsimiz kanaatsiz, yaşantımız edepsiz olunca bütün güzellikler kayboluyor.
Çünkü insan, tarihin hiçbir devrinde hiç bu kadar bencil; hiç bu kadar şımarık; hiç bu kadar küstah olmadı. Kur’an’da, ibret olsunlar diye zikredilen kavimler bile bu denli günaha batmamışlardıı. Bugünün insanının elinden, dilinden, belinden fesad akıyor, bozgunculuk akıyor.
Kur’an bize bunu haber verirken “Yazık ki insanın elleriyle yaptıklarından dolayı yerleri ve gökleri fesad ve bozgunculuk kapladı” diyor.
Ve ekliyor; “(İşte), insanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Allah da belki akıllarını başlarına alırlar ve yaptıklarından dönerler diye yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak istedi.” (Rum, 41)
İşte hırslarımız ve edepsizliğimizle, bozduğumuz ekolojik dengenin sonuçları. Buzlarımız eriyor ama göllerimiz kurumaya devam ediyor. Ve “hayvan dostlarımız”dan her gün biri(leri) hayal kuşlarının kanatlarına binip bizi ebediyen terk ediyor...
Genler üzerinde oynamanın bize neye mal olacağını bilim henüz öngöremiyor. Ama Kur’an’ın verdiği ipuçlarına dayanarak ben size rahatlıkla söyleyebilirim ki kanatlı atlar, insan eti yiyen kuşlar, insan kemiğiyle beslenen yarı insan yarı canavar insansılar, daha aklımızın ucundan bile geçmeyen “dabbetü’l-arz”lar (laboratuar ürünü Frankeştaynlar) bizi bekliyor.
Tabii Mülk suresinin 16. ve 17. ayetinde beyan edilen ‘Independent Day’ türü tehditler daha önce gerçekleşmezse.
* * *
Peki bütün bunlar neden?
Azgınlaşan hevesler, sınır tanımaz ihtiraslar, bencil tutkular ve tanrı tanımaz edepsizlikler böyle sürerse emin olabilirsiniz ki, insanoğlu bu yerküre üzerinde eski bütün dostlarını kaybedecek. Onların yerine koymak istediği yeniler ise ona merhamet etmeyecek.
Ellerimizle yaptığımız ve fıtratı tağyir ve Rahman’ın kudretinin eserlerini tahrip ve tebdil ettiğimiz için, ürettiklerimizin, yaptıklarımızın canımıza tebelleş olduğu zamanlar da çok uzak değil.
Bakın şu ayetlere (mealen):
“Onlar, Allah'ı bırakıp ancak dişilere tapıyorlar. Hâlbuki (aslında) azgın bir şeytana tapmaktadırlar. Allah o şeytana lânet etti ve o da, "Andolsun ki senin kullarından bir kısmını payım olarak alacağım. Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (Genetik çalışmalarda bütün klonlanmalar kulaktan alınan hücrelerle yapılıyor). Yine onlara emredeceğim de Allah'ın ‘yaratığını’ (yani genleriyle oynayıp, ezelde takdir edilmiş formatını) değiştirecekler." Kim Allah'ı (eşyadaki asıl fıtratı, simli) bırakıp da şeytanı (genetik ve ekolojik saptırmalarla elde edilenleri) dost edinirse şüphesiz o, apaçık bir hüsrana düşmüştür.
Şeytan (insanın heva ve hevesi, ihtirası) onlara (her şey daha iyi olacak diye ) vaadde bulunur ve onları aslı olmayan ve onlara huzur da getirmeyecek kuruntulara sürükler. Oysa şeytanın onlara vaadi ancak onları aldatmak ve sahip oldukları nimetlerden onları mahrum bırakmak içindir. Nitekim onların varıp varacağı yer de cehennemdir. Ondan bir kaçış yolu da bulamazlar.” (Nisa, 117 -121)
Bu ayetler, aslında Şeytan’ın âdemoğlundan bir intikam alma seremonisini aktarıyor ama hırslarımız ve tutkularımızla gözümüzü boyadığı için akıl edip düşünemiyoruz.
Ve neticelere bakılırsa galiba Şeytan maksadına da ulaşmış durumda. Nitekim Kur’an da bunu ifade eder:
"Gerçekten de İblis onlar hakkındaki zannını doğruladı ve mü'minlerden bir topluluk dışındaki (tüm insan)lar ona uyup gittiler." (Sebe’ Suresi, 20)
Mehmet Ali BULUT | 09.09.2008 13:40 ufukyayla | Henüz yorumlanmadı |
| |  | |  |
  | |  | | İstanbul Gezisi | Geçen hafta hanımla beraber İstanbul'a gittik. O da ben de ilk kez İstanbul’u gördük. Gece saat 24:00 da Konyadan otobüsle yola çıktık. Otobüsün eskiliğinden dolayı rahatsız bir yolculuğun ardından sabah saat 08:30 gibi Dudulluya indik. Oradan servisle Harem otogarına geçtik. Sirkeci feribotu ile Eminönü’ne geçtik. Sabah sabah deniz havası güzel oluyor. Tam bu feribotun gittiği hat üzerine tünel yapılıyormuş, feribot bu sebeple, Eminönü’ne, geniş bir yay çizerek gitti.  Geçen hafta hanımla beraber İstanbul'a gittik. O da ben de ilk kez İstanbul’u gördük.
Gece saat 24:00 da Konyadan otobüsle yola çıktık. Otobüsün eskiliğinden dolayı rahatsız bir yolculuğun ardından sabah saat 08:30 gibi Dudulluya indik. Oradan servisle Harem otogarına geçtik. Sirkeci feribotu ile Eminönü’ne geçtik. Sabah sabah deniz havası güzel oluyor. Tam bu feribotun gittiği hat üzerine tünel yapılıyormuş, feribot bu sebeple, Eminönü’ne, geniş bir yay çizerek gitti.
Eminönü’nde tramvay yolunu izleyerek Sultanahmet Camiine doğru gittik. Bir yoldan hem tramvay hem arabalar hem de insanlar gidiyor, akıl işi değil. Konyalılara kalsa hepsine ayrı yol yaparlar.
Sultanahmet Camiine yakın benim biraderin işyeri. Eşyaları oraya bıraktık, sabah çayını içtik.
İlk gün; İlk olarak Sultanahmet Camiine gittik. Mükemmel bir yapı, ama bakımsız gibi geldi bana, daha çok özen gösterilmeli. Her milletten insan var içinde. İbadete de açık tabii. Namaz kılan insanlar da vardı, namaz vakti olmamasına rağmen. Tabii bu camiyi görünce insanın secde edesi geliyor.
Ardından Ayasofya’ya gittik. İnsanların ta o zamanlar böyle binalar yapabilmiş olması hayret verici. Hele rampalardan döne döne üst kata çıkarken, sanki önceleri papazlarla sonra Fatih Mehmet Han ile yürüyor gibi hissediyor insan. Müthiş bir kubbe. Atalarımız hiçbir şeye zarar vermemiş. Bizanslı Hıristiyanların çizdiği resimleri harap etmemişler. Hıristiyan turistler dua ediyor, dilek diliyor, kapılara el sürüyorlar. Bir sütunda bulunan deliğe başparmaklarını sokup ellerini 360 derece çeviriyorlar, bu bir dilek dileme şekliymiş.
İlk gün Topkapı sarayına da gittik. Ama kapalıydı. Oradan Gülhane parkına gidelim dedik, yol üzerinde Etnografya Müzesine rastladık. Burayı gezmek çok vakit istiyor, çok geniş ve yorucu. Günü orada bitirdik. Oradan Gülhane parkına geçtik, dinlendik.
İkinci gün; Biraderin evinden direk Topkapı sarayına gittik. Mehter bölüğü karşılıyor insanları. Yabancıların çok ilgisini çekiyor. Ben de askerde acemi iken mehter bölüğüne katılmıştım, o günler geldi aklıma. Saray gez gez bitmiyor, özelikle İranlıların ve Arapların çok ilgisini çekiyor. Sabah kahvaltı etmemiştik çok acıktık. Sarayın içinde bulunan ve boğaza bakan Konyalı restoranda yemek yiyelim dedik, aşırı pahalı ama insan ömründe kaç kere oraya gider ki? Yemeğimizi yedik, Topkapı Sarayı Müdürü İlber ORTAYLI iki masa arkamızdaydı. İki çift laf edeyim dedim ama başı kalabalıktı.
Karnımız doyunca keyfimiz yerine geldi. Eminönü’nden çıkıp iki boğaz köprüsünün altından geçerek boğaz gezisi yaptıran ve yine Eminönü’ne dönen tur gemileri var. Daha ucuz olduğu ve daha temiz gibi göründüğü için Belediyeye ait olana bindik. İstanbul’un en güzel yanı bu bence. Akşam Ortaköy’e köprünün hemen ayağının dibine gittik. Işıl ışıl köprü. Geç döndük.
Üçüncü gün; O gün İran reis-i cumhuru Ahmedinecat gelmiş, çoğu yol kapalıydı. Eyüp Sultana gidemedik. Hanımla beraber yürüye yürüye yeni Galata köprüsünü geçip tünelden Taksime çıktık. Bir hengâme ki sormayın. Her milletten insan var. Orada yol üzerinde bir kiliseye girdik, ismi aklıma gelmedi şimdi. Müslüman olduğumuz çok belli olduğundan aksi bakışlarla karşılaştık. Oranın bir ibadethane olduğu bilinci ile herhangi bir saygısızlık yapmadığımız halde neden böyle yaptıklarını anlamadım ama çokta önemsemedim. Ne de olsa memleket bizim.
İstiklal caddesinden aşağıya yürürken bir de baktım Galata kulesine gelmişiz. Gezmek istedim ama müze kart geçmiyormuş. Bu duruma kızdım, girmedik. Yürüye yürüye çarşı pazar geze geze aşağıya indik.
Bilader işten çıkıp yanımıza gelince, vapurla Üsküdar’a geçtik. Akşam yemeğini yedik. Kız kulesine doğru yürüdük. Deniz kıyısında epeyce oturduk. Harem otogarından biletlerimizi aldık. 10:45 de Konyaya doğru yola çıktık. Sabah 7:45 gibi babam aldı otogardan, Konyaya döndüğüm için şükrettim.
Görüşlerim; İstanbul dökülüyor. Çok bakımsız bir şehir. Daha iyisini hak ediyor bence. Umarım "adrese dayalı nüfus sayımı sistemi" sayesinde Belediye gelirleri artar ve daha iyi bakım görür.
Konya ile karşılaştırmak değil ama, benim gibi geniş caddeleri, temiz sokakları olan düzenli bir şehre alışkın insanlar için İstanbul "yalnızca gezmek için" bir yer olarak kalmalıdır.
Yoruldum, detayları yorumlara yazarım. | 22.08.2008 10:09 ufukyayla | Henüz yorumlanmadı |
| |  | |  |
  | |  | | Weblebi.com | Weblebi battı.
Weblebiden 20 gün önce bir dizüstü almıştım. 13 gün sonra hala üretici firmadan ürün bekleniyor diye yazıyordu. Zar zor, defalarca telefon açarak ve mail yollayarak siparişi iptal ettirdim.
Paramı yollamadılar, hala da yollamıyorlar. Gitti 512 lira.
Bugün web sitesine girince gördüm, iflasını vermiş. | 05.08.2008 17:07 ufukyayla | Henüz yorumlanmadı |
| |  | |  |
  | |  | | Fukaranın Projeksiyon Cihazı | IVO 1800 adında bir projeksiyon cihazı aldım.
http://www.hepsiburada.com/productdetails.aspx?categoryid=15530&productid=ofisivo1
Dün kurdum denedim, gayet güzel. Çözünürlük yüksek. Gündüz perdeler kapalı iken seyredilebiliyor. Akşam ışıkları da söndürünce harika oluyor. Renkler iyi. Fanı biraz ses yapıyor. Sessiz bir fan alıp değiştirmek lazım. Bir de cihaz çok büyük ve ağır ama sorun değil. Asıl sıkıntı zoom özelliği olmadığından salonun ortasına koymak gerekti. Önüne bi mercek filan koyup halletmeyi düşünüyorum.
Bu aletin lambası çok ucuz. 50 lira filan. Ayrıca lamba ömrü 6000 saat. TV olarak kullanacağım.
İlk izlenimlerim iyi. Almak isteyenlere tavsiye ederim.
Anahtar kelimeler; IVO, 1800, projeksiyon, ucuz, fukara | 06.05.2008 08:58 ufukyayla | Dört yorum var |
| |  | |  |
   | |  | | Milli Çorba | Mercimek çorbasını içmeyen, sevmeyen yoktur sanırım. Ben İçanadolu, Doğu ve Güneydoğu bölgelerini bilirim, mercimek çorbası sevilir. Buradan bi araştırma yapayım, diğer bölgelerde de seviliyor ise milli çorba ilan edeceğim. | 09.04.2008 09:21 ufukyayla | Henüz yorumlanmadı |
| |  | |  |
   | |  | | Demokratik tartışma usulü | Evvela imansızlıktan gözleri kararmış, İslami ve milli değerlere hırlamaktan başka marifeti olmayan 2 sözde aydın alınır. Bu kişilerin "garip isimli liselerden" mezun olması tercih edilir.
Karşı grubun (onlara göre yobazların) girmesi mümkün olmayan bir yerleşke (!) içinde bulunan bir salona tertibat kurulur.
Nerde motor var ise tutulup içeri doldurulur. Aralara Arjantin teröristine, Rus kasabına hayran üç beş genç serpiştirilir ki, kim ne dediğini bilemesin. Olurda biri aklı başında birşey demeye kalkarsa araya gitsin.
Ve sorulur;
-Başörtüsü istiyor musunuz?
Cevap;
-İstemiyoruz!
Dipnot; Blogda siyasi meseleleri yazmak istemiyorum. Ama son günlerde olan bitene sessiz kalmak çok zor. Özür dilerim. | 29.02.2008 08:39 ufukyayla | Henüz yorumlanmadı |
| |  | |  |
  | |  | | Amiga | 
Bu PC'lerden de Windowstan da iyice gına geldi. Televizyon atarisi aldım geçen gün, kesmedi. Bana Amiga lazım.
Amiga 500 Amiga 500 + Amiga 1200
Elinde olan, elinde olanı bilen varsa haber etsin.
(Not: Gittigidiyor'un ve sahibinden'in adreslerini ben de biliyorum.) | 25.02.2008 19:07 ufukyayla | Henüz yorumlanmadı |
| |  | |  |
  | |  | | Kar kış | Geçen gün Bozkıra tek gecede 60 cm. kar yağdı. Dünde müthiş bir soğuk vardı. İşten eve giderken o gün işe geldiğime bile pişman oldum.
Bugün arabayı evin önünden çıkarayım dedim. Arabanın üzerinde bi araba daha var sanki. Kar öylece donmuş kalmış. Güç bela takmatik denen ama asıl adı gıcıkmatik olan zinciri taktım. Arabanın önündeki karı dozer misali kürüyerek çıkarken zincir çıktı. 3 kere ben taktım o çıktı. Üst baş çamur. Güç bela aşağıya indirdim arabayı . Perişanım bilader perişan.
Havaya bulut ağdı da, Bozkıra dolu yağdı. Şu Bozkırın kızları da aman hay gelin, Çarşamba çayına daldı. | 31.01.2008 14:11 ufukyayla | Henüz yorumlanmadı |
| |  | |  |
 |